Bomboş sokaklarda yürüdüğüm gecelerin birinde, önce aniden kollarımın lüzumsuz şeyler olduğunu fark ettiğimi, ardından epeyce duraksadığımı anımsıyorum. O zamanlar, kulaklarımda sesi yankılanan adımlarıma, ıslık çalarak uyum sağlamaya çalışırdım. Ellerim ceplerimdeyse, kollarımı ne yapacağımı bilemediğimdendi. Sanki bu beden bana ait değil gibi, onu doğru yönetemiyordum. Kamburum çıkık, boynum eğik... Aynada birini görüyor, fakat tanıyamıyordum. Bir tek gözlerim yansıtabiliyordu, tanımlayamadığım ama "benden" o şeyleri. Bir çıkış yoluna ulaşmak umuduyla, kazacak tüneller arıyordum.
Büyüdüğümü; en diplere gömdüğümü sandığım tüm travmalarımın teker teker su yüzüne çıktığı anlarda inkar ettiğimi anımsıyorum. Bacaklarımın aceleye getirilmiş, saçma, imalat hatası birer aparat olduğuna ciddi ciddi inandığımı... Zira "bacakları değil, aklı götürebilir(di) insanı özgürlüğe."
Kimseye en ufak telkinde bulunamayacak kadar güçsüzleşip yüzüstü yere kapaklandığımı anımsıyorum. Midemin bulandığını, başımın döndüğünü ve fakat kusamadığımı... Gülmek istediğimde ağzımın yeteri kadar açılmadığını, kör bir bıçak kapıp onu yardığımı ve bundan büyük zevk aldığımı...
Posta kutusuna her baktığımda uzun zamandır beklediğim bir mektupta yazılacak muhtemel sözcükleri günün her dakikasında nasıl da yoğun düşlediğimi anımsıyorum. Bir mektubun belirleyecebileceği geleceğin benim olduğunu kabullenirken hiç zorlanmadığımı, bazen, gördüğüm rüyaların birinde kısılıp sonsuza dek kalmak ıstediğimi de.
Uzun zamandır içimde kanayacağı günü beklediğim derin bir yara var. Kanasa bir şeyler değişir mi, bilmiyorum. Yine de çarem yok; bekliyorum.
OtoBug'da yayımlandı.
2 yorum:
benim de ayağımda çıkartılması gereken bir diken var. ancak korkudan doktora gidemeyip, haftalardır topallıyorum.
Yorum Gönder