16.9.11

Takım Elbisenin Gündelik Yaşama Etkilerini Yönlendirmek Üzerine Düşünceler

Haddinden fazla takım elbiseli insan var. Onlardan korkuyorum. Kâh resmi dairelerde kâh özel kuruluşlarda çevredeki herkese emirler savuruyorlar. Üzerlerinde yalnız don ve kravat olsa, diyorum, acaba o emirleri vermeye devam ederler miydi hâlâ? “Bilemem, ilgilenmem de.” Ben bugüne dek hiç takım elbise giymedim. Edinme ihtiyacı hissetmediğimden ya da o ciddiyet baskısını hissettirecek ortamlarda pek bulunmadığımdan sanırım. Henüz bir CV'm de yok. Hem ayrıca kravat nedir yahu? Gördüğüm en gereksiz şey. Okul dışında gömlek giymeye bile lise çağlarımda bulunmak durumunda kaldığım düğünlerde başlamıştım zaten. Sonra baktım o kadar da fena değil, ben bunu arada giyerim lan, dedim ve bu yazıya başlamadan evvel üzerime bir gömlek giydim. Altımda hâlâ donla oturuyor oluşum şu an konumuz değil. Onu sonra konuşuruz.

Takım elbiseli insanlardan söz ediyordum. Bunların -emir verenlerinin- bir kısmı, sözgelimi bize göre meçhul tarihlere dek bulundukları çatı altından başka yerlere gitmesine ket vurulmuş insanları ıslah etmeyi üzerine vazife bilen kişiler. Hâlihazırda belirli sınırların dışına çıkışı engelli insanların o durumları başlı başına kendiliğinden bir ıslah yöntemi olmasına ve koduğumun yasal çerçevesi de yalnızca bunu kapsamasına karşın, onlar ‘toplumun huzuru’ için birtakım psikolojik baskı yöntemleri geliştirip kaynağı belirsiz, belki de üzerine konuşulmasına bile gerek kalmaksızın salt kolektif bir bilinçaltına dayanan hastalıklı edimlerin emirlerini veriyorlar. Canımı esas sıkan bu değil. Elbette dışı parlak boyalarla kaplanıp içi çürümeye bırakılmış serbest piyasa demokrasilerinde bu gibi durumları olağan karşılamalıyız. Varlığının ehemmiyeti kendisinden emir alacak kelle sayısına endeksli varlıklar, doğaldır, pürüz çıkaran/pürüz çıkarmaya meyilli diğer varlıklar üzerinde tahakkümünü baskı ve şiddete başvurarak korumak isteyecektir. Herkes içine doğduğu ortamın sorgusuz sualsiz elemanı olacak, nefes aldığı müddetçe aklını fikrini bir kenara bırakıp onların emirlerine mutlak uyum gösterecektir (ki belki garip gelecek ama içlerinde bildiğin benekli don var bu kişilerin ve bu somut gerçeklik bile birilerine emir vermekten utanmaları için tek başına yeterli sebep oluşturmasına karşın, emir vermeye devam ediyorlar, akıl erdirmek mümkün değil). Söz konusu duruma elverişli varoluş kalıbını almaktan uzak kişilerin itildiği durumsa, bu durum hallolana dek burnu sürtmek, gerekirse yok olmaktır.

Elbette süreç hep böyle işlemez, ötesi de vardır. İçi kendisine tabi olguların varlığını artık kanıksaması yüzünden kokusunu duyamadığı pisliğe bulanmış bu işleyiş, kalıcı olabilmek adına, fertlerine varlığına rıza göstermeleri için gereksiz arzlar yaratıp kendini onların talebiyle besler. Söz konusu işleyişin dışını kaplayan parlak boya bundan öte bir şey değildir. Bugün insanların yaşamlarında üzerine pek konuşulmamasına karşın büyük yer kaplayan muhtelif siber alem ürünlerinin her şeyin daha iyiye gideceğine dair anlamsız ve sonu gelmez umutlar vererek insanı kendine -ve dolayısıyla sisteme- bağlaması, işleyişin bel kemiği denebilir olan küçük burjuva bireyler üzerinde sonu bir türlü gelmeyen ve kendileri fark etmediği müddetçe bu sürecin -belki de asla gelmeyecek- bitişini sürekli ertelemektedir. İnsanoğlunun büyük bölümü, sırtındaki yüke aldırmaksızın, çok yakında gözüken ama bir türlü ulaşılamayan, çünkü ucu sırtına binenlerin ellerine uzanan sopaya bağlanmış bir tutam samana ulaşmak için yorulmadan durmaksızın giden uyuz bir atı andırmaktadır. Öyle bitmez bir umut ki, sırtındakiler bu atı terbiye etmek için kırbacın adını anmaya bile artık gerek duymamaktadır. Birilerinin ‘demokrasi’ diye adlandırdığı budur.

Dönem dönem bu durumun belirtileri süzgeçten geçirilmiş hâliyle de olsa açığa çıktığında herkesin aklına anlık şüpheler düşse de, çözüm için mevcut legalitenin dışına çıkmaya pek kimse yanaşmaz. Zira mevcut işleyiş üyelerine daima içi boş umutlar vererek (sopa-saman-at-yük ilişkisi) onlarla arasındaki bağı güçlü tutar. Bu dengenin sağlamlığı insan türünün tek başınayken sahip olduğu düşünceleri bir araya geldikten sonra deforme olmaksızın koruyamamasına bağlanabilir. Tarihin başından beri, iyi niyetli insanların güzel fikirlerle bir araya gelerek yarattığı irili ufaklı harikaların ortak noktasına bakıldığında, hepsinin bir süre sonra yok edildiği veya ancak yozlaşıp deforme olmuş hâlde başlangıç hedeflerinden sapmış olarak varlığını sürdürebildiği görülecektir. Çünkü değişim daima bireyler özelinde başlar. Yerinde sayan bireylerin bir araya gelerek ortaya koyacağı herhangi bir yıkım ve yeniden-kuruluşun bugünden pek farklı bir geleceği olmadığı açıktır. Bu bağlamda, sözgelimi, karşıtı olduğunu iddia ettiği bürokratik-despotik dünyadan tek farkı reel sosyalizmin uygulanması olan yeni bir devletin mevcut işleyişe alternatif olarak hâlâ savunulmakta olması ilginçtir. Yirminci Yüzyıl’da uğradığı başarısızlığın bir kesimce salt iç ve dış mihraklara, öteki kesimce salt Stalinizm’e yıkılarak temizlenme çabası içine girilen Sovyetler’i bir de bu açıdan değerlendirmekte yarar var. Kim tarafından yazıldığını bilmediğim ama pek sevdiğim şu diyalog, meramımı özetleyebilir belki:

“Anne bak, kral çıplak!”
“Yavrum, mesele kralın çıplak olması değil; kralın olması.”