Yazmaya başlamakta değil mesele; yazıyı bitirdikten sonra “ben bunu niçin yazdım?” sorusunu yanıtlamakta. Bu sorunun doğru cevabını asla veremedim kendime sanırım. İçimdekilerin yalnızca yüzde beşini aktarabilsem, sen de bunun yalnızca birlik kısmını alsan, herhalde yapacağın ilk iş en yakın camdan aşağı atlayıp ömrüne son vermek olur. Yabancılaşırsın kendine çünkü. Tanıyamazsın. Ya da tam tersi: Gerçek ‘sen’le tanışırsın ve bu da mideni bulandırır.
Yazıyorum. Egomu tatmin etmekten başka bir şeye yaramayacağını bile bile hem de. Amatörce. Yazının altındaki boşlukları siz yazıseverler doldurun, yorumlayın, beni övün, bana sövün, bolca selam yollayın diye… Sonunun bombok olduğunu bildiğim bir yola çıkmak gibi; kahrolası, iğrenç insanî reflekslerime yenilip her defasında yazıp bunu da paylaşmak birileriyle… Ben birilerine söveceğim, sen beni şakşaklayacaksın. Ben birilerini öveceğim, sen iç çekip böbürleneceksin. Bir alışkanlık bu belki. Bir kaçış. Veyahut bir deneme. Lakin her seferinde dank edecek kafama, tüm bunların hiçbir boka yaramadığı.
Kafamdaki sözcükleri rastgele savuracağım, yarım yamalak ama birbiriyle alakası olduğunu bildiğim kavramları düzeceğim peşi sıra… Tarifi anlamsız bir dünya yaratacağım zihninde, seninle oynayacağım. “Acaba?” diyeceksin bir an. Ama yalnızca bir an… Sonra yine döneceksin sürdürmeye alıştığın o tasasız hayatına. Masal bitti zira.
Ben Aziz Nesin diyeceğim, sen Sabahattin Âli; o Yaşar Kemal diyecek, ben Vedat Türkali… İsimler konuşacak, isimler konuşulacak. Fakat gün gelmeyecek ki mitlerin değil de ‘eylem’lerin konuşulduğu… Konuşulduğu gün gelse, eylendiği gün gelmeyecek. Biliyorum. Hepimiz yapıştık o koltuğa çünkü. Yatılacak rahat bir yatak, karın doyuracak bir kahvaltı, bira-kuru yemiş alacak bir kâğıt parçası, düğüne giyilecek bir takım elbise, kumsalda takılacak bir güneş gözlüğü, kız ayartma işlevini gören bir araba… Bunların yarısına sahip olup da o popoyu kaldırıp haksızlığa, yanlışlığa, abesliğe, çürümüşlüğe, yozlaşmışlığa baş kaldıracak insanların devri geçti zira… Geriye kalanlarsa ya belleklerini yitirdiler ya dermanlarını…
Gırtlağımı yırtarcasına haykırsam duyabilir misin beni? Kafamı duvarlarda parçalasam titrer mi oynatmak için ne beklediğin bilinmez o gövden? Köhnemiş, sözümona ahlâkı kendinden menkul kültürünün pisliğine göz açıp onu lanetlemeye yeter mi camın ardından sarf ettiğim çabalarım?
Güleceksin bana bıyıkaltından.
Aynaya bakmaya cesaretin kalmayacak bir gün. Üstündeki o marka gömleği yırtıp parçalamak paklayamayacak seni. İki sokak arkadakilerin yoksulluğundan beslenen gayrımeşru zenginliğin, "azıcık aşım dertsiz başım" diyen ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ mantığın boğacak seni, yarattığın o bok çukurunda.
Gelmeyecek o gün… Gelemeyecek. Biliyorum. Ya yalnızca kendimi yok edecek bu tarifi olanaksız, fokur fokur kaynayan öfke, ya da tüm pisliğinizi toptan süpürüp kana bulayacak dört bir yanı.
1 yorum:
BAşlarda sakin sakin lafı sokucaksın diye bekliyordum ama sonlarda (afedersin) sıçmışsın resmen ortalığa. Çok beğendim devamlarını beklerim. Ayrıca artık yorum yapabiliyor oluşum çok hoşuma gitti :D (eğer bu yorum 3. kez gelmişse sorun bendedir. eğer ilk kez görüyorsanız yorum ayarlarına bir bakmanızı öneririm.)
Yorum Gönder