8.1.11

Yeni Hayat

Sen gittin gideli, ben yeni alışkanlıklar edindim bebek.

Eski takıntılarımı aşıp yenilerine kapıldım. Artık seni düşünürken suratımda oluşan ebleh tebessümü kontrol edemeyip 'acaba o da beni düşünüyor mu' diye kafamı yormuyorum eskisi gibi. Beklentim kalmadı çünkü. Senin de beni düşünüp düşünmediğini bilmek fena olmazdı ya. Yine de böylesi iyi; en azından hayal kırıklığı yaşama riskim yok, kafam rahat. Bana bir kez bile mektup göndermemiş olmana rağmen, nereden alıştıysam, apartman girişindeki posta kutusuna bakmadan geçemiyorum. Oysa yeni adresimden haberdar olmadığını biliyorum. Daha önce yazdığım hiçbir mektubu yanıtlamamıştın gerçi; ama olsun, sahiden takmıyorum bunları. Ben daha çok evin sessizleşmesinden rahatsızım. Birlikte hepsini en az iki yüzer kez dinlediğimizden, kazara anıları canlandırır diye, müzik arşivimdeki tüm parçaları silmek zorunda kaldım. Tüm DVD'leri de yeğenime verdim; bir tek A Bout de Souffle hariç. Özel bir önemi yok aslında, öylesine bir tane seçtim o kadar filmin arasından; hatta doğrusunu istersen, hiç sevmem o filmi. Kendi kendime eğlenmeyi hatırladım bu arada, sanki karşımda sen varmışsın gibi, kendi kendime espri yapıp ardından gülmeyi. Günler birbirine benzediğinde çabuk geçerler sanırdım seninle birlikteyken; oysa öyle değilmiş. Günler yine birbirine benziyor ama böyle hiç de çabuk geçmiyor.

Son bir aydır evden çıkamıyorum bebek. Nohut, pirinç ve kuru üzümden başka erzak kalmamış, ben de kendime aşure yaptım yedim bugün. Sakallarım bir aydır tıraşsız; aynı tişörtü iki buçuk haftadır üzerimden çıkarmadığım için koltuk altımdan haberim yok; öğle yemeğimi (aşure) yedikten sonra işemeye gittiğimde, benim küçüğün çevresini ufak bir ormanın kapladığını fark ettim. Sen yanımdayken en fazla on günde bir etek tıraşı olduğum günler vardı; artık yok. Eskisinden daha pis ve özgürüm. Bu açıdan bakılınca iyiyim yani.

Biriken çöpleri almaya gelen apartman görevlisine (Kapıcı demiyorum artık, bu da yeni alışkanlıklarımdan.) nereden bakılsa on gündür açmıyordum kapıyı; ama bugün, evi tamamıyla saran kesif kokudan kurtulmak için mecburen açtım. Son bir aydır gördüğüm tek insan, apartman görevlimiz Salih abi. O da pek konuşkan biri değil, aynı benim gibi. En son ne zaman diyalog kurduğumuzu anımsayamıyorum. Belki de hiç kurmadık?.. Neyse.

Daha ilk şoku atlatamadığım dönemde, yakın arkadaşlarımdan birkaçı bir 'fuckbuddy' bulup beden ve zihin formumu korumam gerektiğini söylemişti. Çok düşündüm bunu; çünkü üzüntümü ve sıkıntımı çevreye yansıtmak istemiyordum. Gerçi hiçbir zaman böyle biri olmadım. Bir kere söyleyip ardından üstelemediklerine göre porno arşivi işimi görmek için şimdilik yeterli oluyor. Uzun zamandan sonra elimle temas kurmayı hatırladım, eski pratiğimi tekrar kazandım. Bu arada, peçete ve sabun stoklarım bitmek üzere, dışarı çıkmak zorunda kalacağım gün yaklaşıyor demek...

Yokluğunda, can sıkıntısından pipoya başlamaya da karar verdim bebek. Kapalı Çarşı'daki tüm esnafları teker teker gezdim; ama hepsinden ekseriyetle aynı cevabı aldım: "Prensip olarak, ropdöşambır ve kürk mantosu olmayanlara pipo satmıyoruz kardeşim!" Vazgeçtim. Birtakım öyküler yazmayı denedim, dergilere göndermek için, o da olmadı. Meğer yazdığım her hikayede seni anımsatan karakterler yaratmışım, farkına varınca, yazmayı da bıraktım. Şu sıralar başka uğraşılar arıyorum.

Velhasıl, sen gittin gideli, ben kendimi bir türlü bulamadım bebek. Oysa varlığını hissetmek bile güzel. Beni ayakta tutan da, emin değilim ama, bu olsa gerek. Belki biraz da, aşure.

5.1.11

Frekans ve Uyum ile Rüyanın Sonu

Ne yakın ne uzak bir akraba aracılığıyla kısa bir dönem muhatap olunmuş ve pek ısınılamamış (hisler karşılıklı olsa gerek) birinden basit bir istek mesajı alınmıştır. Olasılıkla başka kimselere de aynen gönderilmiş, toplu bir mesaj: hitapsız. Pek de umursanmayan biri olmasına karşın, önce -kaynağı bilinmeyen bir içtenlikle- yardım etmeye çalışılmış; ama çıkan basit bir engelde vazgeçilmiştir. Umursanmayan/umursanılmayan birine neden yardım etmek istenir? Kişiyi yardım etmesi için harekete geçiren his halihazırda bilinmektedir. Şans eseri biriyle tanışılır ve genel olarak hakkında söz etmenin bile anlamsız bulunduğu (Sahi, hakkında konuşmanın anlamlı olduğu bir şey var mı?) en temel meselelere bile farklı yaklaşıldığı görülür; hatta konuşmanın ileri safhalarında gerçeklik algısı yitirilir; dahası, bir noktadan sonra, aynı şeylerden bahsedilip edilmediğinden dahi şüpheye düşülür. Sonra, uzun bir müddet sonra, dışarıdakilere, göremedikleri düşünülen şeyleri algılamaları adına doğrudan dil dökmenin ne kadar anlamsız, acınası, belki iyi ama art-niyetli ve boş bir çaba olduğu gerçeğine uyanıldığı an, o güne dek yapılan her şeye teker teker yabancılaşılır; hayattaki o gün ve benzer olayların var olduğu günlerin hiç yaşanmamış olması dilenir. Bir şeyler için bilinçsizce çabalanmış, fakat sonunda, daha evvel görülmeyen bir tek -fakat hayati önem arz eden- şeyin farkına varıldığında geçmişteki her şeyden tümüyle vazgeçilmeye karar verilmiştir. Ardından aynaya bakıldığında görülen tek şey paramparça olmuş duvardır - ki o yıkık duvar artık bazı insanlarla göz göze gelindiğinde adeta çırılçıplak hissedilmesine neden olan bir ürpertinin kaynağı olacaktır. Kozaya çekilmeye atılacak ilk adımın hemen öncesi bu olsa gerek. Velhasıl, alınan mesajdan sonra kişinin içinde oluşan yardım etme isteğini yönlendiren ve hala bir şeyler için zavallı bir umut taşıdığının göstergesi olan his, şu an hakkında yazılırken bile yerin dibine geçilmesine sebep olan bir şeydir.

Ne utanç verici... Yalnız, bir insana yardım etmek için zihinde oluşan çağrışımlar, bağlantılar... Bu nasıl bir mekanizma, nasıl bir refleks, ha? Hala bir şeyleri -böyle- değiştirebileceğine dair küçük de olsa umut taşımak insanı nerelere düşürüyor, nasıl ayaklar altına alıyor, kendi özlüğünden koparıp tuhaflaştırıyor... Dahası, tüm bunlardan vazgeçmeye karar verip de konuşmaya, yazmaya hala devam etmek; tarifsiz bir acı.

Altmetinle (Görebildiniz mi?) uzaktan yakından ilgisi olmamakla beraber yazmaya devam etmek, hala (Evet, hala?) bir şeyler anlatmak nasıl bir ıstırap bilemezsiniz. Demek istediğim... yani demek istemediğim.... söz etmek ya da anlatmaktansa yalnızca yaşamak, ve üzerinde bir kelime dahi etmeksizin katlanılması gereken şeyleri anlatmak zorunda kalmanın beni nerelere sürüklediğini görebiliyor musunuz? Anlıyor musunuz? Şu an yazmak, konuşmak, nefes almak, bilincime maruz kalmak, ya da hala, nedensiz, kaynaksız bir umut taşımak beni kendimden koparıyor; bugüne kadarki her şeyi unutup geride bırakmış olma isteği beni kaçmaya; bir şeyleri paylaştığım insanlarla -herhangi bir şeyler "paylaşmayı" unutana dek- oralarda bir yerde kendimi tecrit etmeye zorluyor.

Kendilerini hapsettikleri tuhaf, yapay mutluluk evrenini, algı mekanizmalarını kapalı tutmalarına borçlu olan -ve en acısı, bundan en ufak rahatsızlık duymayan- insanlarla dalga geçmekte bir an bile zorluk yaşamazken; tek tük rastladığım ve iletişim kurulabilir, başka bir deyişle, frekans uyumu taşıyan insanların bende yarattığı çocuksu heyecan onlarla kurabileceğim olası bağlantıyı bile sekteye uğrattı çoğu zaman. Ve ben artık yorulduğumu, sürekli kendine çıkan çabalarımın -en azından bu boyutta- sonuna vardığımı, bu sıkıntılı ruh halinden kurtulana dek rutin hayatım dışında hiçbir şeyle uğraşmamam gerektiğini biliyorum.