16.11.10

Kurbanlık Koyun Tahsin ve Ben

Bu sabah ekmek almak üzere fırına doğru yürürken, yolun kenarındaki evlerden birinin bahçesinde direğe bağlanmış bekleyen bir kurbanlık koyunla tanıştım. Aramızda geçen diyalog ve sonrasında tanık olduğum şeylerden çok etkilendiğim için anlatmak istiyorum.

Koyunumuz iki buçuk yaşında, adı Tahsin. Bahçenin yanından geçtiğim esnada bir ıslık duyarak soluma doğru baktım ki, ıslığı çalan bu Tahsin denen arkadaşmış. İlkin “ne var?” gibisinden sol gözümü kırpıp başımı sağa sola sallayarak ciddi bir karşılık verdim. “Bir dakika bakar mısın?” der gibi sol ön bacağını bir anlık kaldırıp indirdi. Yanına doğru gittim, adını söyledi, el sıkışmak için atıldım, o da çabaladı ama maalesef direğe bağlı olduğu ve ben de bahçeye girmeye çekindiğim için birbirimize ulaşamadık.

— Her neyse, no problem, dedi. Mühim olan tanışmaktı.

— Ee, anlat bakalım? dedim.

— Malumun olduğu üzere bayram, ağabey, dedi. Biliyorsun, bizi zaten er ya da geç kesmek için güdüyorlar. Bu bayramın olayı sadece hepimizin bir arada ve göz önünde kesilmemiz... Belki de bu işe 'katliam' diyenleri yanıltan ayrıntı bu. Tabii ben de istemez miyim ömrümün baharında kesilmek yerine hayatım boyunca yaylalarda ovalarda gezmeyi, eğlenmeyi... Otçuluz en nihayetinde, aç da kalmayız.

Samimi tavrı hoşuma gitti.

— Vallahi altına imzamı atarım söylediklerinin Tahsinciğim, ezcümle haklısın... Aslında bana kalırsa sizin, yani tüm kesimlik hayvanların, kesilmenizin meşruiyeti derdinizi anlatamamanızdan ileri geliyor. Yani demem o ki, eğer iki dakikadır benimle konuştuğun şu şeyleri diğer arkadaşlarınla birlikte bir savcıya falan anlatabilseniz, bence size özel hukuk normları bile oluştururlar.

— Hadi ya? Olur mu ki?

— Tabii oğlum... Bizde bu işler böyledir, ağlamayana meme vermezler. Yahu biz insanlar kendi aramızda da eşit değiliz ki... Sadece şekilde sağlandı bizim eşitliğimiz de. Birtakım insanlar eskiden yalnızca derileri siyah oldukları için insan yerine koyulmayıp köle diye çalıştırılıyordu, ama onlar bir noktadan sonra direnip hakları için savaştılar ve kazandılar.

— Bilemiyorum ki ağabey. Şimdi bizde olaylar farklı, biliyor musun... Sürülerden oluşuyoruz biz, daha sizin gibi inkişaf edemedik, sürünün başındaki nereye giderse ardından bizler de onu takip ederiz. Uçurumsa uçurum... Bu yüzden 'telef' oluyoruz zaten. Aklımız yok ki anasını satayım...

— Oğlum sen benimle alay mı ediyorsun? Nasıl 'aklımız yok?' İki saattir bunları bana anlatıyorsun ya işte!..

— Ağabey sen onu geç, benim yerime burada başka bir koyun olsa o da anlatırdı sana derdini. Sorun o değil zaten. Bizdeki açmaz birbirimizle anlaşamıyor olmamızda. Yani teker teker tüm insanlarla konuşabiliriz, bak mesela ben şu anda çevremizde kimse olmadığı için seninle konuşabiliyorum, ama çevrede -hayvan ya da insan- herhangi birisi daha olsa mümkün değil sana seslenemezdim. Yani... Ne bileyim, boşver! Söz ettiğim şeyleri öğrenmek kolay olmuyor. Doğduğumuz ilk dönem o kadar güzel geçiyor ki. Bütün gün kebap! Sonra... Neyse, az sonra zaten kesilip gideceğim ağabey. Seni de tutmayayım, evden beklerler.

— Yahu açıkçası ne diyeceğimi bilemiyorum be Tahsin. Biz kendi kavgamıza dalmaktan sizi düşünememişiz, kusura bakmayın. Aslında hayvan hakları aktivistleri de var, ama bu işlerle uğraşacak kadar bilinçlenen insanlar köylerde beslenen hayvanların değil de, daha çok evlerde beslenebilen türlerin haklarını etkin savunuyorlar.

— Evet, biliyorum ağabey. Başta konuştuk ya biraz. 'Katliam' diyorlar ama maşallah güzel güzel de yiyorlar etimizi. Bir yandan hak da veriyorum aslında, benim mis gibi etimi yemeyecek de kimin etini yiyecek! Vejetaryen olmasından iyidir. Çok kırılıyorum vejetaryenlere, biliyor musun... Yani ne bileyim, alınıyorum şahsen. Birçok arkadaşım da böyle düşünüyor.

— Yok oğlum alınacak bir şey yok. Onlar, daha biraz evvel yaşayan, nefes alan bir canlının ölmüş bedenini yemenin aşağılayıcı bir şey olduğunun ayırdına varıp bundan rahatsız oldukları için öyleler. Sorun sizin etiniz değil. Hem sen de kendini metalaştırma yahu! Bak böyle olursanız sizi ömrü billah keser yerler işte. Hatayı biraz da kendinizde arayın.

— Evet, haklısın ağabey. Kendimle çelişiyorum bazı bazı. Neyse, tanıştığımıza çok memnun oldum şahsen. Senin hakkında pek konuşamadık ama...

— Yok canım önemli değil. Günün adamı sensin ne de olsa. Hehe.

— Öyle tabii...

Bu son sözünü söylerken yüzünde buruk bir tebessüm belirdi. O an içimin nasıl acıdığını anlatamam. Tahsin'le ayrılıp fırına giderek iki ekmek aldım. Dönüşte Tahsin'in bulunduğu bahçenin önünden geçerken tüm aile çocuklarla birlikte toplanmış, velhasıl hazırlıklar tamamlanmıştı. Tahsin ayaklarından bağlanıp yere yatırılmış, satırlar bilenmekteydi. Gözleri bağlanmaya çalışıldığı esnada bir an göz göze geldik. Gözümü hemen kaçırdım, sanki onunla az evvel hiç konuşmamışım gibi, umursamaz tavırlarla geçip eve gittim.

OtoBug'da yayımlandı.

1 yorum:

Gizem dedi ki...

Çok güzeldi. Hayvanlar hiç kesilmeseydi dünya nasıl bir değişime girerdi... Kimse -evciller dışında- hayvan beslemezdi o zaman. Hayvanlar doğal ortamlarında yaşarlardı.. Ama sayılarındaki artış önlenmediğinden kent yaşam alanlarına da girebilirlerdi otobanda giderken karşınıza inek, koyun, dana çıkma ihtimali tavana vururdu.